Tunceli bir bakıma efsaneler şehridir dense çok da abartılmış olunmaz. Ancak nedense bazıları Tunceli efsanelerine karşı adeta savaş açmış gibiler. Oysa hayatın içinde sadece gerçekler, yok efsaneler de vardır.
Hayattan irrasyonel düşünceyi çıkarıp onu sadece salt rasyonaliteyle açıklamaya çalışırsanız çok sorunun cevabını bulmazsanız. Diğer yandan kültürü tarihini bir süreç olarak kabul eden sosyologların, mitoloji verilerinden faydalanmaması, sosyal hayatın sadece fiziki mekânda oluştuğunu kabul etmesi demektir. Böyle bir anlayış ise insanı salat aklıyla hareket eden bir varlık olarak tanımlar. Oysa insanlar rüyaları, aşkları, hikâyeleri, mitolojileri ve benzerleriyle var olur ve yaşarlar.
Mitolojiler insanlar gibi devletler ve milletler içinde çok önemlidir. Mesela “Mitoloji, Almanya’da dil ve edebiyat metinleri olarak ele alınmış ve bu efsaneler sayesinde Alman milletinin düşünce ve içtimaî tarihi aydınlığa kavuşturulmuştur”[1]. Ayrıca antropolog Malinowski ve dinler tarihi uzmanı Eliade’ye göre mitler sosyal gerçekliklerdir. Mitler ne felsefi ilgiden ne de insanların doğayı gözlemeleri sonucu ortaya çıkmış değildir. Mitler, insan olmanın sonucu olan inancın bir ifadesidir[2]. Malinowski daha da ileri giderek “her tarihsel değişiklik kendi mitolojisini yaratır; ama bu yine de tarihsel olguyla yalnızca dolaylı bir ilişki içindedir”[3] der.
Munzur gözeleri ile Munzur Baba arasında doğrudan bir ilişki olup Munzur gözelerindeki kutsal yerler şunlardır: Eşik, teberik alanı, meşe ağacı, çerağ uyandırma alanı, sırlanma mekânı, kadın gölü, erkek gölü. Eşik alevi inancında kutsaldır, bu nedenle eşiğe basılmaz.
Tunceli’de çok sayıda efsane olsa da en önemlilerinden biri “Munzur Baba Efsanesi”dir. Munzur Baba Efsanesi hakkında temelde üç farklı söylence var:
1-“Munzur İbrahim Peygamberin çobanıdır, şimdiki Munzur Gözeleri’nin bulunduğu yerde koyun sürüsü otlatmaktadır. İki tane kurt çıktı Munzur’un yanına geldi, Munzur ile konuşmaya başladılar, dediler ki:
-Bize bir koyun ver.
Munzur:
-Bu sürü bana emanettir, sahibinin rızalığı olmadan veremem. Dedi.
Kurt dedi ki:
-Git sahibinden izin al gel.
Diye başlayan söylence. Bu söylence İngiliz L. Molyeux Seel tarafından Tunceli’ye 1911’de yaptığı gezide derlenmiş ve 1914 yılında yayınlanmıştır. Seel’e göre Munzur, Topuzan aşiretinin reisi olan Şeyh Hasan’ın oğludur”[4].
2-“Şah İsmail savaşta Munzur’un ağasından yârdim ister. Munzur’un ağası adamlarını yanına alır ve Şah İsmail’e destek olmaya gider. Cani helva çeker ve bu Munzur’a ayan olur”[5]. Söylencenin devamı aynı
3- “Gel zaman git zaman Munzur, yedi yaşına gelir ve Tunceli’nin Ovacık İlçesine bağlı Koyungölü civarında yaşayan bir ağanın koyunlarını gütmek için yanında çobanlık yapmaya başlar. Munzur’un ağası hac zamanı geldiği için hacca gitmiş. Ağasının hacda olduğu bir gün Munzur ağanın hanımının yanına gelir ve;
-Hanımım, ağamın canı sıcak helva ister. Helvayı yaparsan ben kendisine götürürüm, der”[6]. Söylencenin devamı aynı.
Munzuz Baba’nın doğum hikayesi: “Zamanın birinde bir pir varmış, onun da bir tek kızı. Kızı bir gün ölür. Dede birkaç gün üst üste kızını rüyasında görür. Kızı, “Baba” der ‘Benim mezarımı aç. Bende bir emanet var onu al’. Dede gördüğü rüyayı taliplerine anlatır. Bunun üzerine karar verilip mezar açılır. Kızın tabutunun içerisinde beşiğe benzer bir şeyin içerisinde bir çocuk şahadet parmağını emmektedir. Çocuğu oradan alırlar. Dede rüyasında tekrar görür kızını. Kız, rüyasında babasına, ‘Çocuğun adını Munzur bırakın’ der”[7].
Yukarıdaki örneklerde de olduğu gibi “efsaneler kendine has özellikleriyle farklılaşıp türlü türlü safhalar halinde gelişir. Munzur Baba efsanesinin yüzlerce yıl içerisinde geliştiğini düşündüğümüzde arkaik kültür insanının manevi duygularını, kültür değişimini, algılamaların nasıl meydana geldiğini görmek mümkün olabilmektedir”[8]. Munzur Baba efsanesinin hac ve helva olan (3 nolu efsane) söylencesinin en geniş kapsamlı anlatısı ve yorumları Hüseyin Özcan ile İsmail Peker tarafından yazılan makalede ele alınmıştır[9].
Derviş Divane’nin (asıl adı Derviş Sadık) mezarı Ovacık ilçesinin Aktaş köyünün de olup, etrafında mezarlık alanı var. Mezarlardaki soy isimlerin çoğun Mengüş veya Mengüç olarak geçiyor. Yerleşim yerinde yaşayan kimse olmadığı için yaptığımız saha araştırmasında bu soy isimli insanların Emri Mengücek arasında bir ilişkinin olup olmadığını tespit edemedik. Ancak bilindiği gibi Emîr Mengücek Gazi (1071-1118), Mengücek Beyliği’nin kurucusu olarak Malazgirt Savaşı’na katılmış, savaşta gösterdiği başarıdan dolayı bugünkü Erzincan, Tunceli ve Divriğ coğrafyası beyliğine tımar olarak verilmiş ve Saltukoğullarıyla akrabadır.
Araştırma alanında yaptığımız bilgiye göre Derviş Divane’nin ailesi Tunceli’nin, Nazımiye ilçesinden Tunceli merkezindeki Hızır Gölüne[10] gelmiş, babası orada köm (ev) yapıyormuş. Evin üste koymak için iki uzun ağaç eksik kalmış. Babası Derviş Abbas oğluna diyor ki Derviş Sadık suyun yanına git yağmur yağdığı için sel ağaç getirmiştir. Oradan damın üstüne atılacak iki uzun ağaç alıp getir.
Derviş Sadık, selin kökünden söktüğü bir kavak ağacını sırtına alıp geliyor. Bunu gören babası şaşırıyor ve oğluna Divane, ben senden keramet mi istedim diyor. Sen gittin 12 uzun ağaç çıkacak kavağı sırtlayıp getirdin. Bunun üzerine Derviş Sadık’a Derviş Divane denmeye başlanmış. Bunu duyan talipleri Derviş Divane’yi Hızır gölü civarından alıp bugünkü Aktaş köyünün sınırlarında kalan Doludibek’e getiriyorlar ve Divane oraya yerleşiyor. Burada Derviş Mahmut, Derviş Hıdır, Derviş Mayil, Derviş Mıle adında 4 oğlu oluyor. Vefat edince de talipleri burada türbesini yapıyorlar.
Derviş Divane’nin Düzgün Baba’nın abisi Derviş Mevali’nin[11] torunu olduğu da söylenmektedir.
Tarihi bilgi ve belgeleri yok sayanlara göre Türkiye’deki koç, koyun, at ve insan üsluplu mezar taşları milattan önce Anadolu’da yaşamış halklardan ve özellikle de Ermeni kökenli insanlardan kalmıştır. Eğer bu iddia doğru olsaydı koç, koyun, at ve insan üsluplu mezar taşı geleneği, Türklerden önce Anadolu’da yaşamış halklardan Romalılarda da görülmesi gerekirdi. Oysa Roma mezar taşları ile koç, koyun, at ve insan üsluplu mezar taşları geleneği birbirinden çok farklıdır. Bu farkı görmek için konu hakkında uzman olmaya bile gerek yok.
Diğer yandan Tunceli’deki koç, koyun, at başlı mezar taşlarının Akkaoyunlular, Karakoyunlular veya Ermenilerden kaldığı söylencesi çok yaygın. Ancak yaptığımız saha araştırmaları bu söylenceleri doğrulamıyor.
Ovacık’ta bu zaman kadar yaptığımız araştırmalarda bir tane at başlı ve beş tanede de koç başlı mezar taşı bulabildik. Konu hakkındaki önceki yazılarımızda da bahsettiğimiz gibi koç ve koyun başlı mezar taşlarının ilk örenkleri Hakasya’da görülüyor.
Ruslar arkeologlar tarafından 1722’de Hakasya coğrafyasındaki Yenisey Irmağı boyunda 6 tane koç, koyun başlı mezar taşı bulunmuştur. Mezar taşlarını bulan arkeologlar bu mezar taşı geleneğinin Türk geleneği olduğunu yazmışlardır. Diğer taraftan bulunan mezar taşlarının tarihini M.Ö. 1000’li yıllarda olduğunu tespit etmişlerdir. Buna ek olarak 1998’de Sibirya konusunda yapılan bir sempozyumda Borisenko ve Khudyakov, sundukları bildiride “İnsan ve hayvanların (koç, koyun, aslan, at…) taştan yontulmuş heykelleri eski Türklerin ana eserlerindendir. Bu gibi anıtlar ilk defa 1722’de, D. G. Messerschmidt ve F. I. Strahlenberg tarafından Minusinsk bölgesinde bulunmuştur. Ayrıca Strahlenberg bunların Minusinsk Tatarlarının kültü olduğunu ifade eder. Çin kaynakları da koç, koyun, at ve insan heykellerini M. Ö. 1000 ilâ M. S. 1000 yılları arasında tarihlendirerek bu eserlerin eski Türklere ait olduğunu belirtirler”[12] ifadesini kullanmışlardır.
Sibirya arkeolojisinin uzmanlarından Kyzlasov ise bu altı mezar taşından daha eski ve büyük olan bir başka koç balı mezar taşının M. Ö. 3000’de yapıldığını yazar[13]. Bu mezar taşında dört adet damga olup, bunlardan bir tanesi Hakasya Özerk Cumhuriyeti’nin bayrağında kullanılmaktadır.
[1] Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Cilt I, Ankara 1989, s. V.
[2] Bronisław Malinoswski, Büyü, Bilim ve Din (Çev. S. Süer; S. Erkanlı), İstanbul 1986, s. 73, 78.
-Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri (Çev. S. Rıfat), İstanbul 1993, s. 13-17.
[3] Bronisław Malinoswski, a. g. e., s.137.
[4] Efsanen tamam için bakınız: https://www.torut.com/munzur-baba-soylenceleri.html
[5] Efsanen tamam için bakınız: https://www.torut.com/munzur-baba-soylenceleri.html
[6] Efsanen tamam için bakınız: https://tunceli.ktb.gov.tr/TR-57273/munzur-baba-efsanesi.html
[7] Efsanen tamam için bakınız: https://tunceli.ktb.gov.tr/TR-57273/munzur-baba-efsanesi.html
–https://www.torut.com/munzur-baba-soylenceleri.html
[8] Hüseyin Özcan; İsmail Peker, “Munzur Baba Efsanesi Üzerine Bir Değerlendirme”, Munzur Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl 2015, Cilt 4, Sayı 6, s. 56-57.
[9] Hüseyin Özcan; İsmail Peker, a. g. m., s. 54-67.
[10] Munzur ve Pülümür çaylarının birleştiği yere verilen isim.
[11] Mevali kendi isteği ile Müslüman olan Arap olmayan verilen isim. Köle olup da sonradan Müslüman olanlar içinde bu kavram kullanılır. Emeviler zamanında ise Mevali kavramı Arap olmayanları Müslümanları küçümsemek için kullanılmıştır.
[12] A. Y. Borisenko; S. A. Khudyakov, Drevnetyurskiye Pamyatniki Yeniseya”, Mejdunarodnıy Sempozyum o Sibiria, Novosibirsk, 1998, s. 52- 53.
[13] L. R. Kyzlasov, Acient And Medieval History of Sout Siberi, Abakan, 1989, s. 15.
İlk Yorumu Siz Yapın